202004.18
Off
0

YOKSULLUK NAFAKASI VE NAFAKANIN UYARLANMASI

YOKSULLUK NAFAKASI

Boşanma, Türk Medeni Kanunun(TMK) 161 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Kanun sistematiği içerisinde 161-166 maddeleri arasında boşanma sebepleri sayılmış, 174 ve 175 nci maddelerde ise evliliğin maddi sonuçları düzenlenmiştir. Buna göre TMK 175 “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir./Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” hükmünü içermektedir.

Madde metninde de açıkça anlaşılacağı üzere boşanma yüzünde yoksulluğa düşecek taraf, karşı tarafın mali gücü oranında yoksulluk nafakası talep edebilecektir. Kanun ikinci fıkrada nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz diyerek yoksulluk nafakasının ceza yahut tazminat niteliğinde olmadığına işaret etmiştir. Buradan hareketle evlilik birliği içerisindeki eşlerin yardımlaşma ve dayanışma yükümlülüğünün belli şartlar altında boşanma gerçekleştikten sonra da devam ettiği söylenebilir.

Yoksulluk nafakası Eski Medeni Kanunun 144 ncü maddesinde düzenlenmiş olup 1988 yılında yapılan değişikliğe kadar bir yıl süre sınırlı iken değişiklik sonrası süresiz hale gelmiştir. Süresiz hale gelen yoksulluk nafakasına ilişkin düzenleme 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda da benimsenmiştir.

Yoksulluk nafakasının süresiz olmasının; Anayasanın 2,10 ve 41 nci maddelerine aykırılık teşkil ettiği iddiası ile yapılan iptal başvurusu, Anayasa Mahkemesinin 17.05.2012 tarih ve 2011/136 E – 2012/72 K sayılı kararı ile reddedilmiştir.  Ret gerekçesinde aynen; “İtiraz konusu “süresiz olarak” ibaresi, nafaka alacaklısının her zaman ölünceye kadar yoksulluk nafakası alacağı anlamına gelmemektedir. Kanun koyucunun 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 175. maddesinde “süresiz olarak” ibaresine yer vermesinin amacı, boşanmadan dolayı yoksulluğa düşecek olan eşin diğer eş tarafından, şartları bulunduğu sürece ekonomik yönden desteklenmesi ve asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmasıdır.

Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, ahlâki değerler ve sosyal dayanışma düşüncesi yer almaktadır. Yoksulluk nafakasının amacı nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması gerekmektedir.

İtiraz konusu kuralda, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşen eşi korumak için diğer eşin, koşulları bulunduğu sürece, herhangi bir süre sınırı olmaksızın yoksulluk nafakası vermesi düzenlenmiş olup bu yükümlülüğün sosyal hukuk devleti ilkesinin gereği olarak getirildiği kuşkusuzdur.” şeklinde değerlendirmede bulunulmuştur.

Bu kapsamda kanunda yer alan “süresiz” ibaresinin  “koşulların varlığı süresi” ile sınırlı olduğu sonucuna varılması gerekmektedir.  Mahkemece yoksulluk nafakasına hükmedildikten sonra yoksulluk nafakasının koşullarının değişmesi halinde nafakanın indirilmesi yahut tamamen kaldırılması mümkündür. Bununla birlikte şüphesiz ki değişen şartlar nispetinde yoksulluk nafakasının arttırılması da istenebilir.

TMK 175 uyarınca yoksulluk nafakası süresiz olarak belirleniyorsa da nafaka alacaklısının evlenmesi yahut taraflardan birinin ölümü halinde nafaka kendiliğinden kalkar. Nafaka alacaklısının evlenmeden evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun kalkması yahut haysiyetsiz yaşam sürmesi halinde nafaka, mahkeme kararı ile kaldırılabilir.

YOKSULLUK NAFAKASININ ŞARTLARI

  1. Evliliğin Boşanma ile sona ermiş olması gerekir.

TMK 175 hükmü kural olarak evliliğin boşanma ile sona erdiği hallerde uygulanabilir. Ancak TMK 158/II hükmü uyarınca evliliğin butlanı halinde; mal rejiminin tasfiyesi, soyadı, nafaka ve tazminata ilişkin olarak boşanmaya ilişkin hükümler kıyasen uygulanacağından, evlilik butlan ile sona ermişse yine yoksulluk nafakası talep edilebilecektir.

  1. Talepte bulunulmuş olması gerekir.

Yoksulluk nafakasına hükmedilmesi için boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek tarafın nafaka talebinde bulunması gerekmektedir. Talepte bulunulmadıkça hâkimin re’sen yoksulluk nafakasına hükmetmesi mümkün değildir.  Nafaka talebi boşanma davası ile birlikte istenebileceği gibi bu davadan ayrı olarak da istenebilir. Ancak boşanma davasından sonraki yoksulluk nafakası talepleri TMK 178 uyarınca, boşanma davasının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde zamanaşımına uğrar. Bir yıllık süreden kasıt ilk yoksulluk nafakasının ilk kez istenmesine ilişkindir yoksa daha önce belirlenen nafaka miktarının eksiltilip yükseltilmesine ilişkin talepler bu süreye bağlı değildir.

  1. Talepte bulunanın kusurunun daha ağır olmaması gerekir.

Nafaka talep eden taraf, boşanmaya sebep olan olaylar bakımından; kusursuz, daha az kusurlu yahut eşit kusurlu ise yoksulluk nafakası talep edebilir. Ancak nafaka talep eden taraf boşanma davası sonunda yoksulluğa düşecek olsa dahi diğer tarafa nazaran daha çok kusurlu ise nafaka talep hakkı bulunmamaktadır.

  1. Talepte bulunanın boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması gerekir.

Şüphesiz ki burada bahsedilen kişinin, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olmasıdır. Ancak kanunda“yoksulluk” tanımı yapılmadığından bu hüküm ile hâkime geniş bir takdir yetkisi verildiği şüphesizdir. Bu durumda hâkim, TMK 4 uyarınca hukuka ve hakkaniyete göre karar vermek zorundadır.  Yargıtay kararları uyarınca;   yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekmektedir. Yine Yargıtaya göre yoksulluk durumu; günün ekonomik koşulları ile birlikte tarafların sosyal ve ekonomik durumları, yaşam tarzları, evlilik süreleri, evlilik boyunca ve boşanma sonrası oluşacak yaşam düzeyleri birlikte değerlendirilerek takdir edilmelidir

  1. Nafaka yükümlüsünün nafakayı ödeyecek gücünün bulunması gerekir.

TMK 175/I uyarınca nafaka yükümlüsünden, kendi mali gücü oranında yoksulluk nafakası talep edilebilir. Nafaka yükümlüsünün ya da doğru tabir ile kendisinden nafaka talep edilen kişinin nafakayı ödeyecek mali gücünün bulunmaması halinde yoksulluk nafakasına hükmedilmesi mümkün değildir.

Yukarıda sayılan beş şartın bir arada bulunması halinde mahkemelerde yoksulluk nafakasına hükmedilmesi mümkündür. Yoksulluk nafakası miktarının, nafaka talep edenin asgari yaşam gereksinimlerini karşılayacak miktarda olması gerekmektedir. Ancak şüphesiz ki kanunun açık hükmü karşısında belirlenecek miktarın nafaka yükümlüsünün mali gücü ile orantılı olması gerekir. Bu nedenle yoksulluk nafakasının miktarını belirlerken hâkim, her iki tarafın menfaatini gözeterek karar vermelidir.

Mahkemelerce genellikle –taleple bağlılık ilkesinin de gereği olarak- yoksulluk nafakasının irat biçimde ödenmesine karar verilmektedir. TMK 176/V hükmü uyarınca mahkeme, nafaka miktarının gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğine karar verebilir. Uygulamada genellikle nafaka miktarının enflasyon oranında arttırılması yönünde kararlar verilmektedir.

NAFAKANIN UYARLANMASI

 TMK 176/IV “Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir”  hükmü uyarınca taraflar, belirlenen nafaka miktarının değiştirilmesi için dava açabilirler. Eski medeni Kanunun yükümlüsünün mali durumunun bozulması halinde nafakanın indirilmesi yahut tamamen kaldırılması mümkün kılan hükmünün yerine TMK 176/IV’de nafakanın arttırılması yahut azaltılmasından söz edilmiştir.  Hükmün lafzı dikkate alındığında yoksulluk nafakasına hükmedildikten sonra sadece TMK 176/III’de sayılı hallerde nafakanın kaldırılabileceği, nafaka yükümlüsünün mali gücünü değişmesinin hükümde sayılmadığı ve bu nedenle sadece nafakanın azaltılmasına karar verilebileceği sonucuna ulaşılabilir.

Ancak Anayasa Mahkemesi 25.06.2009 tarih ve 2005/56 E-2009/94 K sayılı kararında açıkça değindiği üzere nafaka yükümlüsünün mali gücünün bulunmadığı hallerde varlığı halinde nafakanın tamamen kaldırılması da mümkündür.

176. maddenin gerekçesinde, maddenin 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 145. maddesini karşıladığı, iradın arttırılması veya azaltılmasını gerektiren hâllerin maddede dördüncü fıkra hâlinde hükme bağlandığı belirtilmiştir. 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 145. maddesinin son fıkrasında borçlunun mali gücünün önemli ölçüde eksilmesi halinde nafakanın kaldırılmasına karar verilebileceği düzenlenmesine rağmen, itiraza konu olan 176. maddenin dördüncü fıkrasında yoksulluk nafakasının kaldırılmasından açıkça bahsedilmemektedir. Ancak 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 1. maddesinde kanunun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu maddeye göre, hâkim önündeki sorunu yasa hükmünün sözüyle yani yazılış biçimiyle tam olarak çözemiyorsa, bu takdirde yasanın özüne yani o hükmün konuluş amacına bakarak karar verecektir. Bu bakımdan Türk Medenî Kanunu’nun 1. maddesi, hâkime önündeki sorunu adil bir şekilde çözmek için çok önemli bir hareket serbestliği tanımaktadır.

Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Nafaka talep edilen eşin kusursuz da olsa nafaka ödemekle yükümlü kılınması, yoksulluk nafakasının tazminat ya da cezadan farklı bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması, diğer bir ifadeyle kendi kusurundan kaynaklanmamak koşuluyla yoksul olmaması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlâki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir. Bu nedenle, nafaka borçlusunun kendi kusuru bulunmaksızın yoksulluğa düşmesi halinde, hâkim Yasa metninde açıkça belirtilmese dahi Türk Medenî Kanunu’nun 1. maddesine göre yoksulluk nafakasının koşulları ve kabul ediliş amacını göz önünde bulundurarak, nafakanın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 176. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince tamamen kaldırılmasına da karar verebilecektir.

TMK 176 /III uyarınca nafaka alacaklısının yoksulluğunun ortadan kalkması halinde nafakanın kaldırılmasına karar verilebilir.  Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus yoksulluk kavramından neyin anlaşılması gerektiğidir.  Müstakar hale gelmiş pek çok Yargıtay kararında atıf yapılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.10.1998 tarih ve 1998/2–656 E –  1998/688 K sayılı kararında “yoksulluk, ekonomik ve sosyal koşullarla doğrudan ilgilidir. O nedenle bunu ülkenin ekonomik ve sosyal koşulları altında belirlemek gerekir. Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahiptir ( Anayasa 17/1, 55 ).

Şu halde, bu temel hakkın tabii sonucu yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek yerinde olur” şeklinde içtihatta bululmuştur.

Bu kapsamda hâkim tarafından TMK 176/III kapsamında değerlendirme yapılırken tıpkı nafakanın belirlenmesinde olduğu gibi yine TMK 4 hükmü uyarınca hukuka ve hakkaniyete göre karar verilmesi gerekecektir.

Kimi yargı kararlarında boşanma davası sırasında çalışmayan nafaka alacaklısının, sonradan çalışmaya başlamasıyla TMK 176/III anlamında yoksulluğunun ortadan kalktığı sonucuna varıldığı anlaşılmaktadır. Ancak Yargıtay pek çok kararında boşandıktan sonra asgari ücretle işe giren kişinin yoksulluğunun ortadan kalkmadığına işaret etmektedir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2007/3-84 K. 2007/95 T. 28.2.2007

Davalı kadın boşanma sırasında bir işte çalışmamaktadır. Kendisine aylık 100.000.000 lira yoksulluk nafakası bağlanmıştır. Boşanmadan sonra asgari ücretle ( aylık 350 YTL maaşla ) işe girmiştir. Aldığı nafaka ile geçinmesi günümüz ekonomik koşullarında mümkün görünmediğine göre; işe girip çalışması zorunluluk arzetmektedir. Aldığı nafaka miktarı ile çalışarak elde ettiği asgari ücret miktarı toplamı ise onu, yoksulluktan kurtaracak düzeyde değildir. Zira yoksulluk durumu; günün ekonomik koşulları ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir. Yoksulluk nafakası, ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır. Onun içindir ki bilimsel öğretide; “Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğindedir” şeklinde açıklamalara yer verilmiş bulunmaktadır

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ E. 2011/20814 K. 2012/3063 T. 13.2.2012

Ancak, HGK’nun yerleşik kararlarında asgari ücretle çalışılmakta bulunulması, yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmediği gibi, yoksulluğu ortadan kaldıran bir durum olarak da kabul edilmemiştir.

Somut olayda, davalının fahri öğretici olarak yaz Kur’an kursunda çalıştığı anlaşılmaktadır.

Davalının yoksulluk durumu, günün ekonomik koşulları ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları birlikte değerlendirilerek takdir edilmelidir.

Mahkemece, davalının işe girdiği belirtilerek yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş ise de; bu miktarın günümüz koşullarında davalının geçinmesine yetip yetmeyeceği tartışılmadığı gibi, davalının işin geçici olduğu yönündeki beyanı üzerine bu konuda bir araştırma yapılmamıştır.

Davalının aldığı nafaka ile geçinmesi günümüz ekonomik koşullarında mümkün görülmediğine göre, 2006 doğumlu çocuğu ile birlikte yaşamını sürdürebilmesi için işe girip çalışması da zorunluluk arzetmektedir. Çalışmaya başladığı iş ise her an için sona erebilecek nitelikte olup, sabit ve güvenceli de değildir.

Yukarıda açıklandığı üzere asgari ücret düzeyinde sürekli ve güvenceli bir gelire sahip olunması bile yoksulluğu ortadan kaldırmadığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekirken itibar edilmeyen gerekçeler ile kabulü cihetine gidilmesi doğru görülmemiştir.

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ E. 2017/1320 K. 2017/11067 T. 5.7.2017

Yine; Hukuk Genel Kurulunun yerleşik kararlarında “asgari ücretle çalışılmakta bulunulması” yoksulluk nafakası bağlanmasını imkansız kılan bir olgu olarak kabul edilmediği gibi, yoksulluğu ortadan kaldıracak bir gelir seviyesi olarak kabul edilmemektedir (HGK 07.10.1998 gün 1998/2-656 E. 688 K., HGK 28.02.2007 gün ve 2007/3-84 E.-95 K.sayılı kararları).

Bugünlerde yaşanan covid-19 küresel virüs salgını sebebiyle tüm dünya ekonomilerinin küçüleceği ve küresel anlamda durgunluğa (resesyona) girileceği ve bu nedenle pek çok kişinin daha düşük ücretle çalışmaya başlayacağı hatta birçoğunun işini kaybedeceği, öngörülmektedir. Bu kapsamda salgın sonrası dönemde mahkemelerin önüne normalin çok üzerinde bir sayıda nafakanın arttırılması, azaltılması yahut kaldırılması talepli dava geleceğini açıktır. Bu nedenle nafakanın uyarlanması davasının şartlarının titizlikle değerlendirilerek hareket edilmesi gerekmektedir.